Akkuyu Nükleer Santral İnşaatı Durdurulsun! Türkiye-Rusya Nükleer Anlaşması İptal Edilsin!

TC CUMHURBAŞKANLIĞI ve 1 diğer muhatap daha tarafına Yeşiller Partisi bu kampanyayı başlattı

*****English below*****

www.change.org/AkkuyuDurdurulsun

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, sadece bölgesel değil, nükleer bir savaşın da uzak ihtimal olmadığını gösterdi. Rusya’nın Çernobil ve Zaporijya nükleer santrallerine saldırması ve Çernobil nükleer santralinde savaş nedeniyle yaşanan elektrik kesintisinin sürekli soğutulması gereken kullanılmış yakıt çubukları üzerinde yarattığı radyoaktif sızıntı riski, nükleer santrallerin olduğu bir coğrafyada topyekun savaş ve işgalin ne kadar büyük ilave risk yarattığını gösteriyor. 

Nükleer enerjiyi tamamen reddetmedikçe nükleer savaş tehlikesinin ortadan kaldırılamayacağını biliyoruz. 

Türkiye, Rusya ile 2010’da yaptığı milletlerarası anlaşma ile Mersin-Akkuyu bölgesini nükleer santral yapımı için 100 yıllığına ve tam kontrolü vererek Rusya’ya tahsis etmiştir. Akkuyu’ya nükleer santral yaptırma inadı enerji ihtiyacı ile açıklanamaz. Maliyeti en yüksek, Çernobil ve Fukuşima nükleer felaketlerinde de gördüğümüz gibi en tehlikeli, kuşaklar boyu radyoaktif atık kirliliğine neden olan en kirletici enerji üretim biçimi olan nükleer santraller hiçbir gerekçeyle savunulamaz. Ancak nükleer güç olma hayali, nükleer santrali olan ülkelerin büyük ve prestijli olduğu yanılgısı ve enerji politikalarına dair yanlış değerlendirmeler, hükümeti 40 yıldır gerçekleştirilemeyen ve halkın da karşı olduğu Akkuyu projesini Türkiye’nin son derece aleyhine olan koşullarda gerçekleştirmeye sürüklemiştir. 

Saldırgan, yayılmacı politikaları ve jeostratejik hedefleri nedeniyle, enerji üretiminin ve yüksek kârlar elde etmenin Akkuyu’da Rusya için tek motivasyon olmadığı da görülebilir. Rusya Akkuyu’nun karşısında, Mısır’ın Akdeniz kıyısında bulunan El Dabaa’da da aynı tipte ve büyüklükte bir nükleer santralin yapımına başlamıştır. Suriye’deki askeri varlığı da düşünüldüğünde, bu projeler Rusya’nın Doğu Akdeniz’de askeri ve nükleer varlık gösterme ihtiyacı ile bağlantılı olarak değerlendirilebilir. 

Akkuyu nükleer santrali Türkiye için ciddi bir güvenlik riski yaratmakta, Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığını da artırmaktadır. Hükümetin Rusya’ya Sinop’ta da benzer bir proje için saha tahsis etmeyi düşünmesi halinde benzer bir güvenlik riski Karadeniz için de ortaya çıkacak ve katlanarak artacaktır.

Bütün bu nedenlerle Türkiye, savaş durumunun yarattığı ekstra güvenlik risklerini değerlendirerek Rusya’nın yapımını sürdürdüğü Akkuyu nükleer santralinin inşaatını durdurmalı ve projeyi iptal ederek Rusya ile yapmış olduğu Nükleer Santral Anlaşması’nı gerekirse tek taraflı olarak feshetmelidir. Nükleersiz bir Akkuyu, nükleersiz bir Türkiye ve nükleersiz bir Akdeniz hem ülkemiz hem de bütün dünya için daha güvenli, daha barışçı, daha temiz bir gelecek anlamına gelecektir.

Akkuyu nükleer santralinin inşaatını durdurun!

Türkiye-Rusya nükleer santral anlaşmasını iptal edin!

Rusya’yı, Akkuyu’dan gönderin!

Yeşiller Partisi

Yeşiller Partisi iletişim linkleri:

****************************************************************

www.change.org/AkkuyuDurdurulsun

Russia’ attack on Ukraine indicates that it is not ja regional war and a nuclear war is not only a possibility. Russia’s attack on Chernobyl and Zaporizhia nuclear power plants and the risk of radioactive leakage due to the power cut endangering the spent fuel rods which must be constantly cooled shows how war and occupation in a geography with nuclear power plants is an additional risk of nuclear power plants. We know that the danger of nuclear war cannot be eliminated unless we completely reject nuclear energy.

Turkey signed the international agreement with Russia in 2010 and allocated the Mersin-Akkuyu region for the construction of nuclear power plants for 100 years by giving full control to Russia. The stubbornness to establish Akkuyu Nuclear Power Plant cannot be explained by the need for energy. Nuclear power plants, which are the most costly, the most dangerous, the most polluting form of energy production that has caused radioactive waste pollution for generations, as we saw in the Chernobyl and Fukushima nuclear disasters, cannot be defended. But the dream of becoming a nuclear power, the misconception that countries with nuclear power plants are large and prestigious misconceptions about energy policies became reason to start the construction. As a result, the government has put into practice the extremely unfavorable conditions for Turkey to realize the Akkuyu project, which has not been realized for 40 years and is also against the public.

It can also be seen that energy production and making high profits is not the only motivation for Russia. Actually Russia has aggressive, expansionist policies and geostrategic goals which is seen with the construction of a nuclear power plant of the same type and size in El Dabaa, located on the Mediterranean coast of Egypt, opposite Akkuyu. Considering its military presence in Syria, these projects can be evaluated in connection with Russia’s need for a military and nuclear presence in the Eastern Mediterranean.

Akkuyu nuclear power plant creates a serious security risk for Turkey and increases Turkey’s dependence on Russia. If the government considers allocating another site to Russia for a similar project such as Sinop, a similar security risk will arise for the Black Sea and increase exponentially. For all these reasons, Turkey should stop the construction of the Akkuyu nuclear power plant by evaluating the extra security risks created by the war situation. It is necessary to cancel the project, and unilaterally terminate the Nuclear Power Plant Agreement with Russia. A nuclear-free Akkuyu, a nuclear-free Turkey and a nuclear-free Mediterranean will mean a safer, more peaceful and cleaner future for both our country and the whole world.

Stop the construction of the Akkuyu nuclear power plant!

Cancel the Turkey-Russia nuclear power plant agreement!

Send Russia from Akkuyu!

Greens of Turkey

Social media links

Nükleer paylaşım savaşı ve ‘Ak’ bir Kuyu

Bu yazının iddiası, Ukrayna’nın Rusya tarafından işgalinin kapitalizmin çıkmaz sokaklarından birinde gerçekleştiğine ve dışa bağımlılığın bir nükleer endüstri devini bile çaresiz durumda bırakarak saldırganlaştırmış olma ihtimaline yaslanmakta; nükleer enerji penceresinden bakarak ülkemiz dahil başka coğrafyalarda yaşananların vuku bulma ihtimaline işaret etmektir.


Tarih boyunca devletler arasındaki rekabet, çeşitli eşitsizliklerin kaynağı olmuştur. Harvey’in ifadesiyle sürekli birikime dayanan kapitalizmin içkin çelişkilerini dünya sahnesine taşıyan bu ilişki biçimi bize savaşın kaçınılmaz bir sonuç olduğunu hep hatırlatır. Bu durum, kapitalizmin tekelci karakterinden ileri gelirken emperyal devletler arasında kurulan bölgesel ittifaklar ve azalan fırsatlar karşısında kaynak ihtiyacı içinde bulunmanın itici kuvvetiyle bir başka ülkenin toprağını işgal biçiminde tezahür eder. [1]

Bu yazının iddiası Ukrayna’nın Rusya tarafından işgalinin kapitalizmin çıkmaz sokaklarından birinde gerçekleştiğine ve dışa bağımlılığın nükleer endüstri devi Rusya’yı da çaresiz durumda bırakarak saldırganlaştırmış olma ihtimaline yaslanmaktadır. Bununla birlikte yazının gayesi nükleer enerji penceresinden bakarak benzer koşullar doğduğunda ülkemiz dahil başka coğrafyalarda Ukrayna’da yaşanan işgalin vuku bulma ihtimaline işaret etmektir. Hele bu ihtimal siyasi iktidarların ticari bağlantılarla elini güçlendirdiği ve kendi bekası için kapıyı açmaktan imtina etmediği durumlarda işgalci güçlerin pencereden değil, kapıdan girmesine olanak veriyorsa, bu süreç yazının ilerleyen kısmında açıklayacağımız üzere iktidarın “Ak” kuyusuna da dönüşebilir.

Geçmiş deneyimler referans alındığında enerji kaynaklarının savaş çıkarma payını azımsamak mümkün değildir. Bilindiği gibi 1. Dünya Savaşı’nın bitmesinden kısa bir süre sonra nüfus artışına bağlı olarak endüstrileşmede ilerlemenin sağlanması için doğal kaynaklara ihtiyacın artması, gelişme ve kalkınma ideali ikinci bir savaşı başlatma eğilimlerini beslemiştir. Akabinde, kaynak bağımlılığı ve uluslararasılaşmanın derinleşmesiyle bu ihtimalin güçlendiği de zamanında Soğuk Savaş döneminde görülmüştür. Maalesef bundan önce en son Suriye’de yaşandığı gibi bu saldırganlık hali çeşitli şekillerde de gerekçelendirilmektedir. Öyle ki yalnızca yenilenebilir enerji kaynağı olarak bilinen güneş ve rüzgar enerjisinin kapitalizmin “el koyma” yoluyla sürekli birikim hedefine hizmet etmediği söylenebilir. Bu enerji çeşidinin bağımlılık yaratmadığı gibi alınıp götürülemeyeceği için bir savaşı da tetiklemeyeceği kabul görür.

Çernobil’deki radyasyon artışının ardındaki sorular

Ukrayna’nın işgalinde beni yukarıdaki bağlam üzerine düşünmeye sevk eden şey Rusya ile çekişme çerçevesinde kuşatmanın Çernobil’den başlaması oldu. İki ayrılıkçı bölge (Donetsk ve Luhansk) üzerinden yapılan açıklamalar, düşmanlık mesajları, Rusya Devlet Başkanı Putin’in SSCB’nin mirasına sahip çıkma kararı nasıl bir perdelemeydi de dünya kamuoyu olarak, Çernobil’de bir nedenle 20-30 kat yükselen radyasyon dozlarını konuşmaya başlamıştık? Fakat daha da ilginci bu artışın askeri araçların tesis sahasına girmesiyle topraktaki radyoaktif tozların havalanmasıyla gerçekleştiği yönündeki açıklamalar oldu. Böyle komik bir gerekçe, Rusya’ya ait güçlerin Çernobil’de radyoaktif kirliliğe yol açmayacağına dair dünya kamuoyunu teskin etmek için mi yapılmıştı yoksa, bir başka operasyona dair soru işaretlerinin doğmasını gizlemek için mi ortaya atılmıştı? Zira uzmanlara göre de Rusya’ya ait güçler bölgede ateş açmamış ve patlama meydana gelmemişken yalnızca topraktaki radyasyon tozlarının havalanmasıyla radyasyon dozunun 20-30 kat yükselmesi pek mümkün değildi. Peki sahadaki radyasyonun yayılımının izlenmesi için kullanılan ölçüm monitörleri neden devreden çıkarılmıştı? Ya Rusya’ya ait güçlerin Çernobil tesisinde Ukraynalı askerlerle mücadele etmesi, onları esir alması ve Çernobil tesisinin yönetiminin el değiştirmesi nedendi? Üstelik Çernobil’de üzerinde lahit olan 4’üncü reaktörün içindeki havuzlarda soğutma prosesine devam edilen 21 bin adet yakıt çubuğuna ek olarak tesis sahasında inşa edilerek yeni kullanıma açılan nükleer atık deposunda 4 bin metreküp yüksek seviyeli nükleer atık varken.

Ayrıca bu tesislerdeki teknik görevlilerin zapturapt altına alınması Rusya güçleri için de risk demek değil miydi? Rusya’ya ait güçlerin yanında nükleer uzmanlar ve bilim insanları mı vardı? Kimi siyaset bilimciler ve bilirkişiler Çernobil’in Kiev’e gitmek için en kısa yol olduğundan, yani yol üstünde olduğu için kuşatıldığından bahsediyor ancak, tesisin ele geçirilmesi bizim daha derin düşünmemizi gerekli kılıyor ki bu yazının derdi de nükleer enerjiye dair büyük resmi gösteren bir perspektif sunmak. Zira “el koymak” insanlık tarihine kök salmış olan kapitalizmin doğasından gelir ve çirkin sureti bütün eşitsizliklerin arkasında görülebilir. Dolayısıyla bugün yaşananlar da bu el koyma alışkanlığının nükleer enerji boyutunda yaşandığını bize söylüyor olabilir. Gelin şimdi büyük resmi görmemiz için eksik parçaları tamamlayalım.

‘Kıymetli’ atıkları kaybetmenin maliyeti büyük

Nükleer enerji üretimini önceki ve sonraki prosesleriyle birlikte düşünmek gerekir. Yani nükleer enerji üretimi asla sadece bir tesis içindeki operasyondan ibaret değildir. Bu operasyonun gerçekleşmesi için nükleer yakıta ihtiyaç vardır. Ham uranyumun işlenmesiyle elde edilen yakıt,  kullanım sonrasında nükleer atık haline gelir ve bu kez 20-30 yıl soğutulmasının ardından ya Ukrayna’daki gibi kuru depolanması yapılır ya da dünya genelinde (Fransa, İngiltere, Rusya, ABD, Hindistan, Japonya) sınırlı sayıdaki tesislerden birinde yeniden işlenir. En son ise dünyada henüz tam anlamıyla faaliyete geçmiş örneği bulunmamakla beraber nihai olarak depolanması söz konusudur. [2] Nükleer atığın işlenerek yeniden yakıt haline getirilmesinde ise Rusya’nın başı çektiği söylenebilir. Esasen dünya genelinde pek çok ülke ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde Rusya nükleer atıklardan yakıt üretme prosesinin de lideridir. Bu da Rusya tarafından üretilen reaktörlerde uranyum yakıtına göre bir kaza veya sızıntı halinde çok daha büyük ekolojik felakete neden olan bir yakıtın kullanıldığına işaret olarak düşünülebilir. [3]

Rusya nükleer atık geri dönüşümü anlaşmalarından birini de Ukrayna ile yapmıştır. Buna göre Ukrayna her yıl ülke sınırları içindeki 15 reaktörün atıklarını 200 milyon dolar maliyete katlanarak Rusya’ya göndermektedir. Ne var ki 2005 yılında Ukrayna’da dönemin Enerji Bakanı Yuriy Nedashkovsky, 250 milyon dolar karşılığında Çernobil tesis sahasında 100 yıllık bir koruma vadeden bir depolama tesisi kurulması için ABD menşeili Holtec firması ile anlaşır ve Rusya ile bu alışveriş sona erer. ABD menşeili Development Finance Corporation (DFC) şirketinin sağladığı finans kredisi desteğiyle Holtec tarafından inşa edilen (en fazla 100 yıl koruma taahhüt eden) kuru-depolama tesisi 16 yılın sonunda deneme testleri yapılmış olarak 6 Kasım 2021 tarihinde faaliyete açılır. Şimdilik 4 bin metreküp atık bulunsa da bu depo artık Ukrayna’nın ihtiyacı olan enerjinin yüzde 51’ini üreten 15 nükleer reaktörün atıklarının muhafaza edileceği yerdir. Böylece Ukrayna bir seferde 250 milyon dolarlık maliyete katlanarak nükleer atığın Rusya tarafından alınması için her yıl 200 milyon doları Rusya’ya ödemekten kurtulmuştur. Yani ABD tarafından bu deponun inşa edilmesiyle Rusya hem nükleer yakıt üretimi için nükleer atık tedarikini hem de her yıl için 200 milyon dolarlık bir gelir kapısını kaybetmiş durumdadır. Üstelik 1991 yılından itibaren faaliyet gösteren Rusya menşeili nükleer yakıt şirketi TVEL en son nükleer atıklardan yakıt üretmek üzere yüz milyonlarca dolarlık yatırım yapıp yeni bir tesisi Moskova’da operasyona başlatmışken.

Çernobil’de atıkların saklanması için inşa edilen dev koruyucu kubbe.

Öte yandan Rusya’nın son 10 yıldır yurt dışı yatırımlarıyla dünya genelinde atağa kalktığı dikkate alınırsa yakıt ihtiyacının arttığı göz önüne alınmalıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun Rusya yapımı reaktörlere yakıt tedarik etmek üzere kurulmuş bir kamu işletmesi olan TVEL ülkedeki 76 reaktörün ve Türkiye’de Akkuyu NGS gibi inşaat halindeki reaktörler hariç, bugün operasyon halindeki 13 reaktöre ek olarak 30 araştırma reaktörü ile yüzen ve buzkıran reaktörlerine yakıt üretmek için yıllık olarak 5500 ton uranyuma ve nükleer atığa ihtiyaç duymaktadır. Zira bugün Ural Dağları‘nda, Kalmika’da ve Hazar Denizi’nde açtığı madenlerle dünya genelinde uranyum rezervinin yüzde 9’una sahip olan Rusya için bu miktar, değil genişleyen nükleer portföyüne, kendi nükleer santrallerin ihtiyacını karşılamaya bile yetmiyor. Esasen ihtiyaç duyduğu yakıtın ancak yarısını karşılayabilen Rusya’nın önümüzdeki dönemde altı yeni uranyum madeni daha açmaya hazırlanması da bu ihtiyaçtan bağımsız değil.

Rusya’nın nükleer yakıt üretimi yapmak için darboğaz içinde olmasının bir diğer nedeni de 2014 yılından itibaren Avustralya’nın Gürcistan ve Ukrayna’nın işgal girişimleriyle gerekçelendirerek bu ülkeye yönelik uranyum ihracatını askıya almış bulunması. Bu konuda Avustralya Başbakanının parlamentoya verdiği demeçte, “Avustralya’nın şu anda Rusya gibi uluslararası hukuku açıkça ihlal eden bir ülkeye uranyum satmaya niyeti yok” sözleri de bir süredir Rusya’nın nükleer santralleri için gereksinim duyduğu nükleer yakıt tedarikinde örtük bir ambargoya mı maruz kaldığı yönündeki tespitimizi doğruluyor.

Görünüşe göre Ukrayna’ya savaş ilanıyla “işgalci güç” ilan edilen Rusya, bugünkü aşamada tüm diğer pazarlardan olabileceği gibi nükleer endüstri pazarından da dışlanacak. Bunun ilk emarelerini Finlandiya’da Hanhikivi 1 projesinin gözden geçirileceğine dair açıklamalar ortaya koyuyor; Macaristan’da Rosatom‘un yapması planlanan iki reaktörün inşasından  vazgeçilebileceğine ilişkin duyumlar da iddiamızı destekliyor. Benzer şekilde devlet işletmesi TVEL ile 2016 yılında imzalanan anlaşma çerçevesinde Rusya’ya nükleer yakıt ikmalinde bulunan İsveç devletine ait enerji şirketi Vattenfall da bir sonraki açıklamaya kadar Rusya’ya nükleer yakıt sağlamayacağını duyurmuş bulunuyor. Avustralya’da uranyum satışlarının yeniden başlamasına dair bir ihtimal gözükmediği gibi diğer tedarikçilerin de Rusya’yı kara listeye alması söz konusu. Yukarıda belirttiğimiz gibi yerli madenler şu anda Rusya’nın yıllık uranyum ihtiyacının yaklaşık yarısını sağlayabilirken Rusya’nın uranyum ithalatının engellenmesi elinin kolunun daha da bağlanması anlamına geliyor. Rusya ile sivil nükleer ticarete dahil olan şirket ve kamu işletmelerinden de benzer duyuruların yapılacağı düşünülüyor.

Akkuyu NGS.

Türkiye, nükleer atıklar için Rusya’ya büyük meblağlar ödeyecek

Nükleer yakıt tedarikini baltalayan süreçlerin daha ağırının bu kez Rusya’nın yurt dışı yatırımlarına karşı uygulanmak üzere olduğu açık. Yani Rusya’nın liderliğindeki tüm yeni reaktör projeleri “haydut devletin cezalandırılması” için iptal edilebilir. Zira gördüğünüz gibi nükleer endüstrinin başını çeken Rusya’nın örtük bir şekilde maruz kaldığı nükleer yakıt ambargosunun üstüne şimdi de nükleer endüstri pastasından aldığı pay küçültülmekte, hatta kendi dilimi artık başka tabaklarda. Nitekim nükleerin iklim krizine çözüm olarak enerji taksonomisine katılmasıyla kömürden vazgeçmek zorunda kalan Polonya’da, ABD tarafından bir nükleer santral kurulmasında anlaşılmış olması da ABD ve Rusya arasında nükleer endüstri pastasında bir çekişme ihtimalini güçlendiriyor.

Bu çerçevede Rusya’nın İran, Mısır ve Türkiye’deki nükleer santral yatırımları ne olacak?

Yazının bağlamı ve yukarıdaki açıklamaların ışığında ülkemizde siyasi iktidarın hegemonyasını destekleyen ticari bağlantılarını güçlendirdiği, bizim büyük “iş anlaşması” olarak gördüğümüz Akkuyu NGS diğer ülkelerde iptal edilen projelere göre açık ara bağımlılık, hatta teslimiyet içeren özellikte oluşuyla “Ak” bir kuyudan farksızdır. “Ak”lığı siyasi iktidarın projesi olmasından değil halen ülkemizde bu projenin gelişme ve kalkınma için kurulduğuna inanılmasından ileri gelmektedir. Bu projede “kuyu” olarak görünen en başta Akkuyu NGS’nin Rusya’ya toprak ve bir liman teslim edilerek gerçekleştirilmesi ve Rosatom şirketinin yönetim hisselerinin hiçbir zaman yüzde 51’den az olmayacağının garanti edilmesiyle, idarenin Rusya’ya verilmiş olmasıdır. Kaldı ki bugün bu projeye ait hisselerin yüzde yüzü Rusya’ya ait durumdadır. 20 milyar dolara inşa edilen Akkuyu NGS’nin Rusya devletine ait Rosatom’un bir şirket olarak 15 yıl boyunca toplam 35 milyar dolarlık garanti ödemesiyle yatırımın geri dönüşünü en az yüzde 42 karla sağlayacak olması işin sadece maddi boyutu olmakla beraber Akkuyu NGS, bu ülkenin çalınan geleceğinden, bu projenin alternatif maliyeti ile başat ihtiyaçlarının karşılanmasından feragat edildiği gerçeğinden ayrı düşünülemez.

Akkuyu NGS’yi bu yazı özelinde Ukrayna’da yaşananlardan öğrendiklerimizle ele alırsak bu kuyunun derinliği yukarıdaki açıklamayla sınırlı değil, zira bu proje için katlanılan maliyetlerin aslında sonu yok. Çünkü Akkuyu NGS’nin ÇED sürecinde bir evin tuvaletsiz inşa edilmesi metaforuyla açıklanan şekilde asla operasyon proseslerinden ayrı düşünülmemesi gereken nükleer atık maliyetine dair verilmesi gereken bilgi kendilerine sorulmasına rağmen ne şirket ne de hükümet yetkilileri tarafından resmi olarak paylaşıldı. Fakat görüyoruz ki nükleer atık depolama maliyeti 250 milyon dolar ve yıllardır biz nükleer karşıtlarının telaffuz ettiği rakamları doğruluyor. Ne dersiniz ömrü 80 yıl varsayılan nükleer santralin atıklarını her yıl Rusya’ya göndermek için en az 200 milyon dolar mı öderiz? Yoksa bir seferde 250 milyon dolarlık maliyeti üstlenip daha ağır yükten artık kurtulalım diyerek atıkları Rusya’ya göndermez ABD’ye ya da bir başka ülkeye kuru-depolama tesisi yaptırır da bedelini “yerli ve milli” bir teslimiyetle mi öderiz? Ancak bu bir seçenek bile olmayabilir. Çünkü Akkuyu NGS yukarıda açıkladığımız gibi Rusya’nın malı, Rusya ne isterse öyle olur! Bununla beraber, nükleer atıkların yakıt yapılmak üzere her yıl 200 milyon dolar maliyete ve bu atıkların denizlerimizden ve boğazlardan geçiş riskine katlanıp Rusya’da işlenmesinden sonra nihai atık kısmının Türkiye’de depolanmak zorunda olduğu ve Türkiye’ye geri gönderileceği de bir gerçek. Zira Rusya kanunlarına göre nihai atıklar hangi ülkeden getirildiyse o ülkeye geri gönderilmek zorunda. Yani Türkiye nükleer atıklarını hem her yıl 200 milyon dolar ödeyerek Rusya’ya gönderecek hem de nihai atıklarını depolamak için 250 milyon dolarlık bir tesis inşa edecek!

Rosatom’un Orta Doğu projelerine gelirsek, resmi biraz daha netleştirmek gerekirse haritada görüldüğü gibi nükleer endüstri pazarı dünya genelinde ABD ve Rusya’nın başını çektiği toplam 4-5 ülke için bir paylaşım alanıdır ve kurulan nükleer santraller de konuşlandırıldıkları coğrafyaları kontrol aracıdır. Şunun altını çizmek isteriz ki, Akkuyu NGS, Rusya’nın İran ve Mısır’daki nükleer santral projeleriyle birlikte diğer emperyal devletlerle rekabetinde elini güçlendirerek Doğu Akdeniz‘i kontrol altına almasını sağlayacaktır. Özellikle Akdeniz’in karşı kıyısında Mısır’daki Rosatom girişiminin, geçen yıl Doğu Akdeniz’de yaşanan enerji çekişmesi çerçevesinde Doğu Akdeniz’de hakimiyet kurmaya hizmet edeceği görülür.

Yazının sonuna gelirken dilerseniz ülkemizde hala nükleer santral sahibi olmayı güç sayan yurttaşlarımızın 15 reaktörü ve 4 bin ton nükleer atığıyla Ukrayna’nın “nükleer güç” olup olmadığı sorusunu yanıtlamasını isteyelim. Ardından gelin şunu da itiraf edelim; emperyal devletlerin sahip olduğu teknoloji pazarında piyon olmak ve dışa bağımlı bir teknoloji kullanmak yerine iştahlı şirketlerini doyurmak zorunda olan devletlerin el koyma güdülerini beslemeyen doğaya uyumlu ve ekolojik hakları tahrip etmeyen, kaynağını direkt doğadan alan, karmaşık prosesleri olmadığı için teknolojik bağımlılık yaratmayan enerji çeşidinin tercih edilmesi size de tek çözüm gibi görünmüyor mu? Ukrayna’nın acı deneyimi diğer devletlerin ders çıkararak nükleer enerjiden vazgeçmesini sağlamalıdır. Hazır iklim krizinde sürdürülebilirlik bağlamında iklim dostu taksonomisine nükleer enerjinin girip girmeyeceği tartışmasının eşiğindeyken nükleerden iklim krizine çözüm olmadığı [4] gerçeğinin yanı sıra bir de “Dünya barışı” için vazgeçilmesi sağlanmalıdır. Ukrayna’daki işgal ve ilhak girişimi dünya genelinde nükleer karşıtlarının Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (IAEA) Rosatom projelerinden vazgeçilmesi yönünde baskı yapacağı bir kampanyanın başlatılmasının fitilini ateşlemelidir. Kaldı ki bugün Rusya’nın yaptığını yarın başka devletler de yapabilir.

Türkiye’ye dönersek, itiraf edin, en çok da Akkuyu NGS inşaatı iyi ki henüz bitmemiş diye içinizden geçirdiniz değil mi? Fakat bugün bitmediyse de inşaat tamamlanmaya yakın. Şimdi arkanıza yaslanın ve derin bir nefes alın. Zira Akkuyu NGS’nin durdurulması bugün her zamankinden daha mümkün. Dünya devletleri birbiri ardına Rusya ile imzaladıkları projeleri iptal ederken ve Türkiye’de nedense her zaman hep bir çekince olarak sunulan “proje iptal bedeli” Avrupa’daki iptallerde telaffuz dahi edilmezken bu rüzgarın akımından faydalanarak rahatlıkla Akkuyu için iptal girişiminde bulunulabilir. Kaldı ki Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş ve işgal ötesinde ilhak girişimi bile mücbir sebep sayılabilir. Ne var ki ülkemizde siyasi beka için kazanılmak zorunda olan bir genel seçim varken hiç şüphesiz bunu yerli ve milli şirketlerimize rant vaat eden, iş ve istihdam masalına yaslanarak Akkuyu NGS’yi her zaman seçim propagandası olarak kullanan siyasi iktidar yapmayacaktır. Fakat unutmayalım, Akkuyu NGS’nin durdurulması yönündeki talebi yükseltmek bu seçimlerden sonra imkansız hale gelecek. O nedenle bir kez daha yinelemekte yarar var: Ukrayna’nın acı deneyiminden yola çıkarak yani, başımıza gelecekleri şimdiden öngörerek Akkuyu NGS’nin durdurulmasını sağlamak yalnızca bizim elimizde ve şuna inanın bugün bu talebimizi iş insanlarından işveren derneklerine uzanan yelpazede iktidarın bütün kanallarına iletmek ve onları ikna etmek için elimiz hiç olmadığı kadar güçlü!

(Bu yazı Sivil Sayfalar ile Yeşil Gazete’de yayımlanmıştır.)

*

[1] Harvey, D., 2012, Sermayenin Sınırları, çev. Utku Balaban, Ankara, Tan Kitabevi Yayınları, 528-530
[2] Finlandiya’da 2004’te inşasına başlanmış olan Onkalo Atık Deposu’nun 2020’de operasyona başlatılması öngörülmekteydi. Yerin altında inşa edilen bu tesis de en fazla 100 yıllık koruma taahhüt etmektedir.
[3] Nükleer atıktan işlenerek elde edilen yakıtın bir kaza veya sızıntı halinde yol açtığı ekolojik tahribat çok daha büyüktür. Kullanılmış MOX yakıtları kullanılmış normal uranyum yakıtına göre beş kat daha fazla plütonyum barındırır. Pu-242’nin 380,000 yıllık, ve Neptunium-237’nin 2.14 milyon yıllık yarılanma ömürleriyle MOX atıklarının saklanması gelecek için çok daha ciddi riskler taşıyor. Daha fazlası için tıklayın
[4] Bu konuda Yeşil Gazete‘deki yazıların yanı sıra şu video da izlenebilir

COP 26 Nükleer Karşıtı Kampanya

COP 26  için Kamuoyuna Duyurumuzdur!

En son Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporu, iklim krizinin büyüdüğüne ve enerji kriziyle karşı karşıya olduğumuza vurgu yapıyor.

İklimime Nükleeri Bulaştırma /Don’t Nuke The Climate (DNTC) Ağı olarak COP 26’ya yönelik hazırladığımız bu kampanyayı imzalayarak desteklediğinizi belirtmek için

info@dont-nuke-the-climate.org

adresine lütfen kuruluşunuzun adını, temsilci olarak bir kişi ismi ve logonuzu içeren bir e-posta gönderin.

 

Temiz ve yenilenebilir enerji için acil bir küresel değişime ihtiyacımız var zira, ulusal hükümetlerin fosil yakıtlara ve nükleere bağımlılıktan yenilenebilir enerjiye geçişi aktif olarak kolaylaştırması ve yönetmesi gerekiyor.

Bilinmelidir ki, temiz, güvenli, doğa dostu yenilenebilir enerjiye bu küresel geçiş halihazırda devam ediyor ve istihdam ve fırsat yaratıyor. Bunu çevresel ve sosyal adalet ilkelerine eşitlik, çeşitlilik, esneklik ve toplulukların ve kamusal hak ve fayda sağlamasına dayalı olarak büyütmek, dünya çapında verimlilik ve ve sürdürülebilirlik temelli ekonomik faaliyetlerin gerçekleştirilmesini ve elektrik erişim güvenliğini de mümkün kılacaktır.

Nükleer enerjiye yatırılan her dolar, yatırımları yenilenebilir enerji teknolojisinden uzaklaştırarak iklim krizini daha da kötüleştiriyor. Nükleer, daha sık devreden çıkarmaların olduğu ve değişen iklim koşullarında güvenli bir şekilde çalıştırılamayan dolayısıyla ısınan bir dünyada giderek enerji güvenliği açısından sorun teşkil eden bir durumdadır.

Nükleer silah testlerinden radyoaktif atık tesislerine kadar nükleer endüstrinin tarihinde işçilerin ve halkların sağlıklarının bozulduğunu, tüm canlıların hak kayıplarına uğradıklarını, yerinden edilmelere maruz bırakıldıklarını dolayısıyla bu şekilde gerek çevreye gerekse kamusal yaşama zarar verildiğini görüyoruz.

Yerli Halklar, siyahiler ve tüm diğer renklerin insanları, nükleer endüstrinin madencilik ve atık depolama gibi ekolojik tahribata yol açan fakat buna rağmen izinleri alınmadan, kayıpları tazmin edilmeden hatta fikirleri sorulamadan maruz bırakıldıkları bu faaliyetler nedeniyle orantısız bir yıkım ve riskle karşı karşıyadır

Üstelik nükleer yavaş, pahalı ve tehlikelidir. Karbon nötr değildir ve benzersiz güvenlik ve atık yönetimi riskleri oluşturur. Endüstrinin kendi ekonomik başarısızlıklarından kurtulmasını, inşaat gecikmelerinin üstesinden gelmesini veya yeni teknolojinin yanlış yaptıktan sonra bu teknolojinin vaatlerini yerini getirmesini beklemek için zamanımız yok.

Uranyum maden bölgelerinin bıraktığı ekolojik miras, nükleer silahlar ve çözülmemiş nükleer atık sorunu, nükleer enerjinin derin risklerini göstermektedir. Kaldı ki bu riskler, değişen iklim tarafından büyütülür ve sürdürülebilirlik ve nesiller arası eşitliğin temel ilkeleriyle temelden çelişir

Unutmayalım, yenilenebilir kaynaklar bize enerji sektörü çalışanları, aileleri ve toplulukları için adil bir geçiş yapma ve sürdürülebilir düşük karbonlu elektriğe güvenli küresel erişim sağlama yeteneği veriyor.Yenilenebilir enerji gerçek, uygun maliyetli, düşük riskli ve temizdir. Nükleer, gelecekteki enerji ihtiyacımızı karşılayamaz.

Küresel olarak, nükleerden farklı olarak geniş sosyal lisansa sahip birden fazla enerji tasarruflu ve yenilenebilir enerji seçeneğine sahibiz. Küresel toplumun geniş bir kesimini temsil eden kuruluşlarımız, nükleer enerjinin güvenilir veya etkili bir iklim tepkisi olmadığını savunuyor.

Yenilenebilir bir enerji geleceğini destekliyoruz ve nükleer enerjiyi, acil olarak ihtiyaç duyduğumuz iklim politikaları ve eylemleriyle ilgili gerçek eyleme geçmekten alıkoyan odak saptırıcı tehlikeli bir unsur olarak görüyoruz.

İklimime Nükleeri Bulaştırma (Don’t Nuke The Climate) Ağı’nın nükleer konusundaki ortak görüşü

Radyoaktif, kirli ve Tehlikelidir:

Nükleer reaktörler, binlerce yıldır doğrudan insan ve çevre tehdidi oluşturan uzun ömürlü radyoaktif atıklar üretir. Radyoaktif atık yönetimi maliyetli, karmaşık, tartışmalı ve çözümsüzdür. Nükleer atıkların inatçı ve nesiller arası mirası göz önüne alındığında, nükleer enerji temiz bir enerji kaynağı olarak kabul edilemez.

Tüm insan yapımı sistemler başarısız olur. Nükleer güç başarısız olduğunda, bunu küresel ölçekte yapabilir. Çernobil ve Fukuşima gibi kazaların insani, çevresel ve ekonomik maliyetleri çok büyük ve devam ediyor.Herhangi bir kaza olmasa bile eski reaktörlerin ve nükleer tesislerin hizmetten çıkarılması ve temizlenmesi teknik olarak zor ve son derece maliyetlidir.

Sürdürülebilir enerji değildir:

Nükleer enerji, uranyum madenciliğine dayanır. Kömür madenciliği gibi bu da olumsuz çevresel etkilere neden olur ve işçileri ve toplulukları riske sokar.Uranyum madenciliği ve işlenmesinden reaktör soğutmasına kadar büyük miktarlarda değerli su tüketen, yoğun su kaynağına ihtiyaç duyan bir endüstridir. Nükleer santraller, azalan ve ısınan su kaynakları, deniz seviyesinin yükselmesi, kuraklık, denizanası sürüleri ve artan fırtına şiddeti dahil olmak üzere iklim etkileri tarafından şiddetlenen tehditlere karşı savunmasızdır.

Hak kayıplarına yol açar :

Nükleer endüstri, dünya genelinde hem Yerli toplulukları hem de daha düşük sosyo-ekonomik statüye sahip olanları orantısız bir şekilde etkilemektedir. Uranyum madenciliği, silah testleri ve nükleer atık boşaltma mirası, dünyanın en savunmasız topluluklarından bazılarını etkiler ve tehdit eder. Radyasyona maruziyet, çocuklar, hamile kadınlar ve altta yatan sağlık sorunları olan kişiler de dahil olmak üzere topluluğumuzdaki en savunmasız kişiler için daha büyük bir risk oluşturmaktadır.

Yavaştır:

Nükleer enerji, acil bir soruna yavaş bir yanıttır.Nükleer reaktörlerin inşası ve lisanslanması yavaştır ve hatta net elektrik katkısı olmak için daha yavaştır.Küresel olarak, reaktörlerin inşası rutin olarak on yıl veya daha uzun sürer ve zaman aşımı süreleri yaygındır.

Maliyetleri yüksektir:

Nükleer enerji artık elektrik üretmenin en sermaye yoğun ve pahalı yollarından biri ve maliyetler artmaya devam ediyor. Avrupa ve ABD’de yapım aşamasında olan reaktörlerin maliyet tahminleri artmaya devam ediyor ve birçoğu bütçeyi aşıyor ve programın yıllar gerisinde kalıyor.

 Bir Güvenlik Riskidir:

Nükleer santraller önceden konuşlandırılmış terörist hedefler olarak tanımlanıyor ve büyük bir güvenlik tehdidi oluşturuyor. Bu muhtemelen polislik ve güvenlik operasyonlarında bir artış ve sivil özgürlükler ve halkın bilgiye erişimi üzerinde artan kısıtlama gibi etkilere yol açacaktır. Nükleer enerji -silah bağlantısının çift kullanımlı yapısı finansman, insan kaynakları ve askeri ve sivil nükleer sektörler arasındaki daha geniş bağlantılar oluşturduğu üzere özellikle nükleer silaha sahip ülkelerde silahların yayılmasını ve güvenlik endişelerini artırıyor.

Yaşlanan ve yaşlanmaya bağlı riskleri vardır:

Mevcut nükleer reaktörler oldukça merkezi ve esnek değildir. Talep ve kullanımdaki değişikliklere cevap verme kapasitesinden yoksundurlar, yayılmaları yavaştır ve modern enerji şebekelerine ve piyasalarına pek uygun değildirler.Mevcut reaktörlerin çoğu eskidir ve kullanımdan kaldırılacaklardır ve ömrünü uzatmak için yapılacak herhangi bir hareket ciddi güvenlik endişeleri doğuracaktır.Küçük Modüler Nükleer Reaktörler (SMR’ler) ve diğer ‘yeni nesil’ nükleer projeler ticari üretimde veya kullanımda değildir ve kanıtlanmamış ve belirsizdir.Ne arızalı mevcut reaktörler ne de var olmayan vaat edilen reaktörler, ulusal bir enerji sistemi için güvenilir bir temel değildir.

Karbon Nötr değildir:

Sıfır veya sıfıra yakın emisyonlu nükleer güç diye bir şey yoktur. Yaşam döngüsü ve fırsat maliyeti emisyonları göz önüne alındığında, nükleerden kaynaklanan emisyonlar fosil yakıtlardan daha düşüktür, ancak yenilenebilirden çok daha yüksektir.

Nükleer yakıt çevriminin hemen her aşaması ek enerji girdileri gerektirir. Uranyum madeni prosesine göre karbon ayak izini arttırır, malzemelerin taşınması ve devam eden nükleer atık yönetimi de enerji yoğun teknoloji kullanımını gerektirir.

Ortak enerji hepimizin geleceği demek ve bu ancak gerçek yenilenebilir enerji ile sağlanabilir, radyoaktif enerjiyle değil!

Nükleersiz. org’un da bileşeni olduğu DNTC Ağının üretimi olan kampanyanın orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.