HALK SAĞLIĞI BİLİMİ AÇISINDAN TÜRKİYE ATOM ENERJİSİ KURUMU’NUN ÇERNOBİL KAZASI SONRASI RADYASYON ÖLÇÜMLERİ VE DOZ HESAPLARININ DOĞRULUK VE GÜVENİLİRLİĞİ-II:

ÖLÇÜMLERİN BİLİMSEL KULLANILABİLİRLİĞİ, DOĞRULUĞU VE TÜRKİYE’Yİ TEMSİL EDEBİLİRLİĞİ

Umur Gürsoy

ABSTRACT

Bu araştırmada Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) 2006 yılında yayımladığı “20. Yılında Çernobil Serisi” dokümanlarından yararlanılarak, Çernobil sonrası TAEK radyasyon ölçümlerinin ve bunları temel ve kaynak alarak yapılan Türkiye radyasyon doz ve hız hesapları ve başka araştırma sonuçlarının halk sağlığı ve çevre sağlığı bilimi bakışı ile güvenilir ve doğru olmadığı ve Türkiye’yi temsil etmediği ortaya konmuştur.

Anahtar sözcükler: Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), Çernobil Nükleer Kazasının Türkiye Sonuçları, Çernobil Sonrası Radyasyon Ölçümleri,Bilimsel Güvenilirlik.

GİRİŞ VE AMAÇ

Bilindiği gibi, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK), Çernobil Nükleer Santralı Kazası Felaketi’nden tam 20 yıl sonra, 20. Yılında Çernobil Serisi, Çernobil Arşivi Veri Tabanı ve Çernobil Nedeni İle Aldığınız Dozu Kendiniz Hesaplayabilirsiniz (1) başlıkları ile 2006 yılı Nisan ayında yayımladığı belgelerden yaklaşık 4 ay sonra kamuoyundan gelen baskılarla kazadan 20 yıl sonra Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Dairesi Başkanlığı 2 yıl süren sözde bir araştırmanın sonuçlarını basın yoluyla açıkladı ve araştırmanın birleşenlerini “Karadeniz Bölgesi Kanser ve Kanser Risk Faktörleri Araştırması” başlığı ile yayımladı (2).

TAEK ve Sağlık Bakanlığı (SB) raporlarından yaklaşık bir yıl sonra, 10 Mart 2007 tarihinde farklı bilim disiplinlerinden 180 bilim adamı imzalı oldukça uzun multidisipliner bir “Nükleer Santral Karşıtı Bilim Adamları Bildirisi” basın yoluyla açıklandı. Bildiride savlanan konulardan bir bölümü de “İstatistik önemli bir bilim ve tekniktir… Nükleer teknolojiye göre çok daha basit olan istatistik tekniği olmayan bir ülke, nükleer santrallarından gelecek çevre ve sağlık risklerini izleyemez, değerlendiremez, yönetemez, iletemez, algılayamaz, denetleyemez, ve toplumunu radyasyonunun zararlı etkilerine karşı koruyamaz.” cümleleri ile anlatılıyordu (3).

Söz konusu TAEK raporları ve TAEK’in Nisan 2006 tarihli 6. ve 7. raporuna temel olan Çernobil Arşivi Veri Tabanı (4) bize bu savlar hakkında kanıtlar vermektedir.

Bu araştırmada Türkiye Radyasyon dozu ve hızı hesaplarının ve SB araştırmalarının dayandırıldığı TAEK Çernobil Sonrası Türkiye Radyasyon ve Radyoaktivite Ölçümleri’nin halk sağlığı ve çevre sağlığı bilimi yönünden doğruluğu, güvenilirliği, geçerliliği ve istatistik olarak Türkiye’yi temsil edebilirliği incelenmiştir.

MATERYAL VE METOD

Araştırmamız, TAEK’nun tamamı 606 A4 sayfa tutan 20. Yılında Çernobil Serisi: 1- Türkiye’de Çernobil Sonrası Radyasyon ve Radyoaktivite Ölçümleri (Nisan 1988 yılı raporu) (70 sayfa) (5), 2- Sağlık Bakanlığı Bilimsel Kurul Raporu ve Üniversite Görüşleri (Şubat 1993 tarihli) (136 sayfa) (6), 3- TBMM Araştırma Komisyonu Raporu (15.02.1994 tarihli) (108 sayfa) (7), 4- Çernobil Nükleer Santralinin Özellikleri ve Kazanın Oluşumu (34 sayfa) (8), 5- Çernobil Kazasının Diğer Ülkeler Üzerindeki Etkileri (70 sayfa) (9), 6- Türkiye’de Çernobil Sonrası Radyasyon ve Radyoaktivite Ölçümleri (2006 tarihli rapor)(120 sayfa) (10), ve 7- Türkiye İçin Doz Değerlendirmeleri (68 sayfa) (11) başlıklı raporlarının tarafımızdan okunması ve Çernobil Arşivi Veri Tabanı’nında (4) http://194.27.178.221/cernobil/sorgu/doz_menu.php adresindeki ‘Doz Hızı’ menüsündeki ‘Doz Hızı Sorgu Paneli’nde yayımlanan 850 adet il doz hesabı verileri ile http://194.27.178.221/cernobil/sorgu/menu.php adresindeki ‘Radyoaktivite Ölçümleri’ menüsündeki ‘Ölçüm Sonuçları Sorgu Paneli’nde madde veya ürün çeşidi ve alındığı yerleşim yeri yayımlanan 20.000 (yirmi bin) adet radyoaktivite ölçümü için alınan örneğin Microsoft Office Excel 2007 programı yardımı ile ayrıştırılmasından sonra örneklerin alındığı yer, sayı, cins ve numune alınma tarihine bakılarak bilimsel yayın ve istatistik bilimi ve çevre epidemiyolojisi bakışı ile değerlendirilmesi yöntemi ile masa başında yapılmıştır. İncelenen dokümanlar 2007 yılı içinde internet ortamından okunmuştur.

BULGULAR VE TARTIŞMA

TAEK, Çernobil’in Türkiye’ye etkilerini 57 kişiden oluşan bir teknik ekiple yönetmiştir. Kaza döneminde çoğunluğu Trakya ve Batı Karadeniz Bölgesi’nden olmak üzere “…Türkiye genelinde hava, toprak, su, gıda ve diğer pek çok numunede…. yüz binlerce ölçüm verisi olmasına rağmen, ışınlama yollarına bağlı olarak doz hesaplarının yapılabilmesi için gereken sistematik ölçümlerin çeşit ve sayıda yetersiz olması nedeniyle….”(11)Türkiye toplumunun yaşam ve beslenme alışkanlıklarını, besin çeşitliliğini ve bunların coğrafi ve mevsimsel üretim özelliklerini temsil eden yeter sayıda ve Türkiye evrenini temsil eder örneklem düzeyinde radyasyon ölçümü örneği alınamamıştır. “Kaza sonrası ülkemizde çok sayıda toprak örneği alınmış ve ölçülmüştür. Ancak toplanan örneklerin çoğunun derinlikleri ve toprak özellikleri bilinmediğinden, hesaplarda kıyı şeridimiz boyunca farklı tarihlerde standart yöntemle alınan toprak örneklerinin ölçülen radyoaktivite değerleri kullanılmıştır (26, 29, 30).”(11). TAEK dokümanlarına göre 1986 öncesi alınan örneklerin çoğu numune alma standardına uygun olmadığından (fakat herhangi bir hata sakıncası olmadığı belirtilerek) 1990-1995 ölçümleri formül kullanılarak 1986 için oluşturulmuş Türkiye için kümülatif (birikimli) 1-50 yıllık doz böyle bulunmuştur (11). Pek çoğu kaza ve radyasyon yüklü bulutların Türkiye’ye giriş tarihi açısından kritik zamanları içermeyen yer ve tarihlerde alınmış ve hesaplamalara esas olan 20 bin örnek dışındaki daha kıymetli ve temsil edici olmasına rağmen yüz binlerce ölçüm örneği (uluslararası standartta numune almasını bilmeme, iş yoğunluğu nedeniyle fiziksel olarak numune almaya yetişememe, aldığı numuneyi iyi etiketlememe veya ölçüm aygıtlarını yetersizliği nedeniyle değerlendirilememe vb gibi nedenlerle) bilimsel olarak kullanılamaz veri olmuştur.

Kaza (1986 yılı) öncesindeki 67 ilimizin sadece 42 ile ait (doğal radyasyon) (hava) ölçüm verisi olduğundan (35’sının adı tarafımızdan biliniyor) sadece 42 ilin Çernobil sonrası radyasyon artışı karşılaştırılabilmiştir. 1986 öncesinden kalan 25 İlimize eklenen 14 yeni ilimizle1 birlikte 39 ilimizde yeni ölçümler eskilerle karşılaştırılma şansından yoksundur. Kaza sonrası 26 ilimizde ölçüm yapılmamıştır. Bu illerimiz: Ağrı, Aksaray, Ardahan, Batman, Bayburt, Bingöl, Burdur, Çankırı, Çorum, Erzincan, Gümüşhane, Hakkari, Iğdır, K. Maraş, Karabük, Kilis, Muş, Nevşehir, Niğde, Osmaniye, Siirt, Sivas, Şırnak, Tokat, Uşak ve Yalova’dır. (Bkz. Harita: 1 ve Tablo:1) (12).

Toplam 850 adet olan doz hızı ölçümü örneklerinin % 80,47’si 1986’da, % 11,65’i 1987’de, % 2,59’u 1988 ve 1989’da ve % 5,29’u da 1990 ve sonraki yıllarda yapılmıştır. 1986 yılında yapılan 684 ölçümün % 74,12’si Edirne, İstanbul, Ankara, Düzce, Kırklareli illerinde yapılmıştır. Bu oran tüm yıllar ölçümlerinin % 59,65’dir. Grafik: 1’de Ölçüm sayısı en yüksek on ilin diğer illere göre durumu görülmektedir.

Çeşitli maddelerden alınan radyoaktivite ölçümleri örnekleri toplamının (n=20.000) % 64,8’i 1986’de, % 22,8’i 1987’de alınmıştır. Alınan Radyoaktivite Ölçümleri Örneklerinin Yıllara Göre Dağılımı Grafik: 2’de görülmektedir. Örnekler 2004 yılına kadar alınmaya devam edilmekle birlikte büyük oranda 1990 yılından sonra örnek alınmamıştır.

Tablo: 1- Çernobil Sonrası Ölçüm Yapılan 49 İlin Yıllara Göre Radyasyon Doz Hızı Ölçüm Sayılarının Dağılımı

İLİN ADI19861986 Ölçümlerinin Türkiye Toplamına yüzdesi1987198819891990 +Toplam Ölçüm SayısıToplam Ölçüm Sayısının Türkiye Toplamına Yüzdesi
Adana20,24000020,24
Adapazarı30,35000030,35
Ağrı10,12000010,12
Amasya10,12000010,12
Ankara394,590000394,59
Antalya10,12000010,12
Artvin50,5912111202,35
Balıkesir111,290000111,29
Bingöl10,12000010,12
Bolu101,180000101,18
Bursa60,71000060,71
Çanakkale101,180012131,53
Çorum50,59000050,59
Diyarbakır10,12000010,12
Düzce323,760000323,76
Edirne30235,53402631436,94
Elazığ10,12000010,12
Erzincan10,12000010,12
Erzurum10,12000010,12
Eskişehir10,12000010,12
Giresun80,9414115293,41
Gümüşhane10,12000010,12
Iğdır0011130,35
İli belli değil10,12000120,24
İstanbul11413,41111312014,12
İzmir80,94000080,94
İzmit (Kocaeli)70,82000070,82
Karabük20,24000020,24
Karaman10,12000010,12
Kars10,12011140,47
Kastamonu40,47011060,71
Kırklareli202,350000202,35
Konya60,71000060,71
Kütahya10,12000010,12
Malatya20,24000020,24
Manisa30,35000030,35
Mardin10,12000010,12
Mersin40,47000040,47
Ordu101,186105222,59
Rize70,4747313617,18
Sakarya40,47000040,47
Samsun91,060005141,65
Sinop20,24000130,35
Ş. Urfa10,12000010,12
Tekirdağ172,000000172,00
Tokat10,12000010,12
Trabzon111,29150010364,24
Yalova10,12000010,12
Zonguldak350,00011160,71
Toplam68480,4799111145850100,00

Hemen hemen her yemeğe giren ve yerel ama artan çoklukla ülke çapında tüketilen toplam 14 salça örneğinin tamamı 1986 yılında ve sadece İstanbul (n=8), İzmir (n=6)’den; salça yapımında ve yemek yapımında çokça kullanılan toplam 15 adet domates örneği Doğu Karadeniz (n=2), Edirne (n=3), İzmir (n=8), Trakya (n=2)’dan; 2682 süt örneğinin ise % 79’u Ankara ve İstanbul’dan % 19’u Edirne’den kalan % 2’si ise Türkiye’yi temsil etmeyen az sayıda yerden alınmıştır. İnsanlar meyve gibi ürünler hariç başta çay, ekmek ve yemeklerde olduğu gibi hiçbir besin türünü doğrudan tüketmez; birden fazla madde ve ürünü karıştırarak son kullanım haline getirir çeşitli fiziksel ve kimyasal işlemlerden geçirip öyle tüketirler. Tek tek sorulduğunda az veya çokmuş gibi görünen alınım dozları gerçekte çok farklı beslenme alışkanlıkları yüzünden çok farklıdır. Hamburger dışında piyasada satıldığı veya evde yenildiği haliyle son tüketilen pişmiş ve birden çok maddeyi içeren hiçbir besin ve tüketim maddesi örneği (ekmek, bardak çay, pişmiş köfte, çorba, dondurma, rakı, bira, sigara vb) ve hayvan ve insan kadavrasından (özellikle kemik ve gonat dokusu) ve veya giysi çeşidinden ve ithal edilen (örneğin o dönemde sıkıntısı olduğu için Ukrayna’dan ithal edilen ayçiçeği yağlarından) (13) ürünlerden radyoaktivite ölçümü için örnek alınmadığı anlaşılmaktadır. Oysa ölçümlerde pek çok örneklem ve Türkiye’yi temsil hatası olsa dahi alınan 1986 örneklerinde radyoaktivite dozu yüksek değerlerde olan anason (rakı), tütün(sigara), kekik, sumak, kimyon (köfte), nane, tuz, mercimek (çorba) gibi ürünlerin ve ithal edilen özellikle besin ürünlerinin yemek ve içecek halindeki alınan dozlara etkileri, kullanımda ve satıştaki hallerinden örnek alınmadıkça bilinemez.

Grafik: 3’de görüldüğü gibi sadece 135 çeşit madde, ürün ve besin maddesini içeren 20.000 adet radyoaktivite örneğinden, madde başına 500’den fazla örnek alınan ilk sekizinden çay, süt, balık ve deniz ürünleri, hava, toprak ve su dışındaki kalan ikisi toplumun miktarca çokça tüketmediği ihraç ürünlerimizdir (fındık ve kekik). Bu ilk sekiz madde örnekleri bütün örnek sayısının % 80,14’ünü oluşturmaktadır. 1986 yılı örnek toplamının % 44,21’ini; bütün yıllar örnek toplamının % 58,14’ünü sadece üç ürün (çay-çay filizi, fındık ve süt) oluşturmuştur (Bkz. Tablo: 2).

Tablo: 2- En Çok Örnek Alınan Sekiz Maddenin Yıllara Göre Toplam Alınan Örnek Sayısına göre Durumu


1985198619871988198919901985-19901985-2007 Genel Örnek Toplamı
Sayı%Sayı%Sayı%Sayı%Sayı%Sayı%Sayı%Sayı%
T. Balık-b. Unu007693,84610,3090,040060,038454,228774,38
T. Çay ve çay sürgünü0015557,7713756,877493,741700,85180,09386719,33389419,47
T. Fındık00460623,034472,23000000505325,26505325,26
T. Hava40,024632,31120,06120,06120,06100,055132,565482,74
T. Kekik00760,3811075,53340,17000012176,0812176,08
T. Su musluk-çeşme120,065042,52000000005162,585162,58
T. Süt00268213,4100000000268213,41268213,41
T. Toprak001410,73951,972571,28570,282601,311105,5512416,20
Alınan Bütün Örneklerin Toplamı900,451293164,65440722,0311385,693241,623401,71924296,2120000100,00

SONUÇLAR VE ÖNERİLER

Kaza sonrası TAEK’in elindeki insan gücü, örgütlenme ve ölçüm aygıtları yetersizliği ve mono disipliner yaklaşımı nedeniyle sonuçları Çernobil Nükleer Felaketinden Türkiye’ye gelen Çevre sağlığı riskini değerlendirmek, yönetmek ve iletmek için çok geç değerlendirilmiş olan ölçümler nitelik ve nicelik bakımından yetersizdir ve ölçümleri ülkeyi temsil etmez.

TAEK bilimsel ve özerk bir kurum değildir. Radyasyon ölçüm ve doz hesabı sonuçlarına dayandırılarak bilimsel araştırma yapılamaz, başlatılamaz (2). TAEK’un bu özellikleri sürdüğü sürece halen ülkemizde bulunmaması büyük bir şans olan ve çok büyük çevresel risklere gebe olduğu her gün bir başka nükleer kaza haberi ile ortaya çıktığı için dünya çapında zaten kabul görmeyen nükleer santralların ülkemize yapılması bilimsel bir risk değerlendirmesi ve kararı sonucu değil siyasi bir karar olacaktır. Eğer nükleer santral(lar ülkemize yapılırsa, şimdiye kadar dış ülkelerden kaynaklanan nükleer güvenlik tehdidi ülke içine de çekilmiş olacaktır.

Bu nedenlerle, İktidarların tüm teknik konulardaki kararlarına yansıtılabilecek bilim dışı kararlarına alet olan, destek veren bilimsel ünvanlarını iktidarın emrine veren, bilimsel kurumları özerk ve demokratik yönetmeyen, bu yönde talep doğurmayan bilim insanları ve bilim kurumlarının kurumların denetlenmesi ve özerk hale getirilmesi her zamankinden daha önemli hale gelmektedir. Mayor’un sözcükleriyle: “basitçe görmezden gelerek, müdahale etmede yetersiz kalarak, önlem almayı reddederek, hukuki biçimciliğin ve politik felcin birbirini takviye ettiği karmaşık ve mükemmeliyetçi uygulamaların arkasına sığınarak halkı sömürmesine ve baskı altın almasına” (14) destek veren bilim insanlarının ve aydınların ihaneti hoşgörülmemeli, bağışlanmamalı ve cezasız kalmamalıdır.

KAYNAKLAR

  1. TAEK (2006), “20. Yılında Çernobil”, http://www.taek.gov.tr/cernobil/giris.html adresine 01.01.2007 tarihinde yapılan ziyaret.
  2. T.C. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı (2006), “Karadeniz Bölgesi Kanser ve Kanser Risk Faktörleri Araştırması”, Ankara.
  3. Nükleer Santral Karşıtı Bilim Adamları Bildirisi, 10 Mart 2007, http://www.uzaklar.net/categories/6-Ekoloji-ve-Cevre-Sorunlari adresine yapılan 20.08.2007 tarihli ziyaret.
  4. TAEK (2006), “Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Çernobil Kazası Ölçüm Sonuçları”, http://194.27.178.221/cernobil/sorgu/index.php adresine 2007 yılı içinde yapılan ziyaretler.
  5. TAEK (2006), “Türkiye’de Çernobil Sonrası Radyasyon ve Radyoaktivite Ölçümleri (Nisan 1988 tarihli rapor)”, http://www.taek.gov.tr/cernobil/giris.html adresine 01.01.2007 tarihinde yapılan ziyaret.
  6. TAEK (2006), “Sağlık Bakanlığı Bilimsel Kurul Raporu ve Üniversite Görüşleri (Şubat 1993 tarihli rapor)”, http://www.taek.gov.tr/cernobil/giris.html adresine 01.01.2007 tarihinde yapılan ziyaret.
  7. TAEK (2006), “TBMM Araştırma Komisyonu Raporu (15.02.1994 tarihli)”, http://www.taek.gov.tr/cernobil/giris.html adresine 01.01.2007 tarihinde yapılan ziyaret.
  8. TAEK (2006), “Çernobil Nükleer Santralinin Özellikleri ve Kazanın Oluşumu”, http://www.taek.gov.tr/cernobil/giris.html adresine 01.01.2007 tarihinde yapılan ziyaret.
  9. TAEK (2006), “Çernobil Kazasının Diğer Ülkeler Üzerindeki Etkileri”, http://www.taek.gov.tr/cernobil/giris.html adresine 01.01.2007 tarihinde yapılan ziyaret.
  10. TAEK (2006), “Türkiye’de Çernobil Sonrası Radyasyon ve Radyoaktivite Ölçümleri”, http://www.taek.gov.tr/cernobil/giris.html adresine 01.01.2007 tarihinde yapılan ziyaret.
  11. TAEK (2006), “Türkiye İçin Doz Değerlendirmeleri”, http://www.taek.gov.tr/cernobil/giris.html adresine 01.01.2007 tarihinde yapılan ziyaret.
  12. Gürsoy, U. (2007), “Sağlık Bakanlığı’nca Yapılan Karadeniz Bölgesi Kanser Araştırmalarının (?) Halk Sağlığı-Çevre Sağlığı Epidemiyolojisi Yönünden Değerlendirilmesi”, Elektrik Mühendisleri Odası Antalya Şubesi’nin düzenlediği “Nükleer Santral, Enerji Sorunları, Enerji Politikalarının Dünü ve Bugünü Paneli” konuşması, Antalya, http://www.elektromedya.net/dergi/haber.asp?log=127 adresine yapılan 29.08.2007 tarihli ziyaret.
  13. Aytekin, F. (1995), Eski Çevre Bakanı, Milletvekilliği döneminde yapılan kişisel telefon konuşması.
  14. Mayor, F., Forti, A. (1997), “Bilim ve İktidar”, 4. basım, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara.

1 Adı geçen illerin il oluş tarihleri kendi valilik ve belediyelerinin web sayfalarındaki tarihçelerden toplanmıştır (Y.N.).

Akkuyu Nükleer Santral İnşaatı Durdurulsun! Türkiye-Rusya Nükleer Anlaşması İptal Edilsin!

TC CUMHURBAŞKANLIĞI ve 1 diğer muhatap daha tarafına Yeşiller Partisi bu kampanyayı başlattı

*****English below*****

www.change.org/AkkuyuDurdurulsun

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, sadece bölgesel değil, nükleer bir savaşın da uzak ihtimal olmadığını gösterdi. Rusya’nın Çernobil ve Zaporijya nükleer santrallerine saldırması ve Çernobil nükleer santralinde savaş nedeniyle yaşanan elektrik kesintisinin sürekli soğutulması gereken kullanılmış yakıt çubukları üzerinde yarattığı radyoaktif sızıntı riski, nükleer santrallerin olduğu bir coğrafyada topyekun savaş ve işgalin ne kadar büyük ilave risk yarattığını gösteriyor. 

Nükleer enerjiyi tamamen reddetmedikçe nükleer savaş tehlikesinin ortadan kaldırılamayacağını biliyoruz. 

Türkiye, Rusya ile 2010’da yaptığı milletlerarası anlaşma ile Mersin-Akkuyu bölgesini nükleer santral yapımı için 100 yıllığına ve tam kontrolü vererek Rusya’ya tahsis etmiştir. Akkuyu’ya nükleer santral yaptırma inadı enerji ihtiyacı ile açıklanamaz. Maliyeti en yüksek, Çernobil ve Fukuşima nükleer felaketlerinde de gördüğümüz gibi en tehlikeli, kuşaklar boyu radyoaktif atık kirliliğine neden olan en kirletici enerji üretim biçimi olan nükleer santraller hiçbir gerekçeyle savunulamaz. Ancak nükleer güç olma hayali, nükleer santrali olan ülkelerin büyük ve prestijli olduğu yanılgısı ve enerji politikalarına dair yanlış değerlendirmeler, hükümeti 40 yıldır gerçekleştirilemeyen ve halkın da karşı olduğu Akkuyu projesini Türkiye’nin son derece aleyhine olan koşullarda gerçekleştirmeye sürüklemiştir. 

Saldırgan, yayılmacı politikaları ve jeostratejik hedefleri nedeniyle, enerji üretiminin ve yüksek kârlar elde etmenin Akkuyu’da Rusya için tek motivasyon olmadığı da görülebilir. Rusya Akkuyu’nun karşısında, Mısır’ın Akdeniz kıyısında bulunan El Dabaa’da da aynı tipte ve büyüklükte bir nükleer santralin yapımına başlamıştır. Suriye’deki askeri varlığı da düşünüldüğünde, bu projeler Rusya’nın Doğu Akdeniz’de askeri ve nükleer varlık gösterme ihtiyacı ile bağlantılı olarak değerlendirilebilir. 

Akkuyu nükleer santrali Türkiye için ciddi bir güvenlik riski yaratmakta, Türkiye’nin Rusya’ya bağımlılığını da artırmaktadır. Hükümetin Rusya’ya Sinop’ta da benzer bir proje için saha tahsis etmeyi düşünmesi halinde benzer bir güvenlik riski Karadeniz için de ortaya çıkacak ve katlanarak artacaktır.

Bütün bu nedenlerle Türkiye, savaş durumunun yarattığı ekstra güvenlik risklerini değerlendirerek Rusya’nın yapımını sürdürdüğü Akkuyu nükleer santralinin inşaatını durdurmalı ve projeyi iptal ederek Rusya ile yapmış olduğu Nükleer Santral Anlaşması’nı gerekirse tek taraflı olarak feshetmelidir. Nükleersiz bir Akkuyu, nükleersiz bir Türkiye ve nükleersiz bir Akdeniz hem ülkemiz hem de bütün dünya için daha güvenli, daha barışçı, daha temiz bir gelecek anlamına gelecektir.

Akkuyu nükleer santralinin inşaatını durdurun!

Türkiye-Rusya nükleer santral anlaşmasını iptal edin!

Rusya’yı, Akkuyu’dan gönderin!

Yeşiller Partisi

Yeşiller Partisi iletişim linkleri:

****************************************************************

www.change.org/AkkuyuDurdurulsun

Russia’ attack on Ukraine indicates that it is not ja regional war and a nuclear war is not only a possibility. Russia’s attack on Chernobyl and Zaporizhia nuclear power plants and the risk of radioactive leakage due to the power cut endangering the spent fuel rods which must be constantly cooled shows how war and occupation in a geography with nuclear power plants is an additional risk of nuclear power plants. We know that the danger of nuclear war cannot be eliminated unless we completely reject nuclear energy.

Turkey signed the international agreement with Russia in 2010 and allocated the Mersin-Akkuyu region for the construction of nuclear power plants for 100 years by giving full control to Russia. The stubbornness to establish Akkuyu Nuclear Power Plant cannot be explained by the need for energy. Nuclear power plants, which are the most costly, the most dangerous, the most polluting form of energy production that has caused radioactive waste pollution for generations, as we saw in the Chernobyl and Fukushima nuclear disasters, cannot be defended. But the dream of becoming a nuclear power, the misconception that countries with nuclear power plants are large and prestigious misconceptions about energy policies became reason to start the construction. As a result, the government has put into practice the extremely unfavorable conditions for Turkey to realize the Akkuyu project, which has not been realized for 40 years and is also against the public.

It can also be seen that energy production and making high profits is not the only motivation for Russia. Actually Russia has aggressive, expansionist policies and geostrategic goals which is seen with the construction of a nuclear power plant of the same type and size in El Dabaa, located on the Mediterranean coast of Egypt, opposite Akkuyu. Considering its military presence in Syria, these projects can be evaluated in connection with Russia’s need for a military and nuclear presence in the Eastern Mediterranean.

Akkuyu nuclear power plant creates a serious security risk for Turkey and increases Turkey’s dependence on Russia. If the government considers allocating another site to Russia for a similar project such as Sinop, a similar security risk will arise for the Black Sea and increase exponentially. For all these reasons, Turkey should stop the construction of the Akkuyu nuclear power plant by evaluating the extra security risks created by the war situation. It is necessary to cancel the project, and unilaterally terminate the Nuclear Power Plant Agreement with Russia. A nuclear-free Akkuyu, a nuclear-free Turkey and a nuclear-free Mediterranean will mean a safer, more peaceful and cleaner future for both our country and the whole world.

Stop the construction of the Akkuyu nuclear power plant!

Cancel the Turkey-Russia nuclear power plant agreement!

Send Russia from Akkuyu!

Greens of Turkey

Social media links

Nükleer paylaşım savaşı ve ‘Ak’ bir Kuyu

Bu yazının iddiası, Ukrayna’nın Rusya tarafından işgalinin kapitalizmin çıkmaz sokaklarından birinde gerçekleştiğine ve dışa bağımlılığın bir nükleer endüstri devini bile çaresiz durumda bırakarak saldırganlaştırmış olma ihtimaline yaslanmakta; nükleer enerji penceresinden bakarak ülkemiz dahil başka coğrafyalarda yaşananların vuku bulma ihtimaline işaret etmektir.


Tarih boyunca devletler arasındaki rekabet, çeşitli eşitsizliklerin kaynağı olmuştur. Harvey’in ifadesiyle sürekli birikime dayanan kapitalizmin içkin çelişkilerini dünya sahnesine taşıyan bu ilişki biçimi bize savaşın kaçınılmaz bir sonuç olduğunu hep hatırlatır. Bu durum, kapitalizmin tekelci karakterinden ileri gelirken emperyal devletler arasında kurulan bölgesel ittifaklar ve azalan fırsatlar karşısında kaynak ihtiyacı içinde bulunmanın itici kuvvetiyle bir başka ülkenin toprağını işgal biçiminde tezahür eder. [1]

Bu yazının iddiası Ukrayna’nın Rusya tarafından işgalinin kapitalizmin çıkmaz sokaklarından birinde gerçekleştiğine ve dışa bağımlılığın nükleer endüstri devi Rusya’yı da çaresiz durumda bırakarak saldırganlaştırmış olma ihtimaline yaslanmaktadır. Bununla birlikte yazının gayesi nükleer enerji penceresinden bakarak benzer koşullar doğduğunda ülkemiz dahil başka coğrafyalarda Ukrayna’da yaşanan işgalin vuku bulma ihtimaline işaret etmektir. Hele bu ihtimal siyasi iktidarların ticari bağlantılarla elini güçlendirdiği ve kendi bekası için kapıyı açmaktan imtina etmediği durumlarda işgalci güçlerin pencereden değil, kapıdan girmesine olanak veriyorsa, bu süreç yazının ilerleyen kısmında açıklayacağımız üzere iktidarın “Ak” kuyusuna da dönüşebilir.

Geçmiş deneyimler referans alındığında enerji kaynaklarının savaş çıkarma payını azımsamak mümkün değildir. Bilindiği gibi 1. Dünya Savaşı’nın bitmesinden kısa bir süre sonra nüfus artışına bağlı olarak endüstrileşmede ilerlemenin sağlanması için doğal kaynaklara ihtiyacın artması, gelişme ve kalkınma ideali ikinci bir savaşı başlatma eğilimlerini beslemiştir. Akabinde, kaynak bağımlılığı ve uluslararasılaşmanın derinleşmesiyle bu ihtimalin güçlendiği de zamanında Soğuk Savaş döneminde görülmüştür. Maalesef bundan önce en son Suriye’de yaşandığı gibi bu saldırganlık hali çeşitli şekillerde de gerekçelendirilmektedir. Öyle ki yalnızca yenilenebilir enerji kaynağı olarak bilinen güneş ve rüzgar enerjisinin kapitalizmin “el koyma” yoluyla sürekli birikim hedefine hizmet etmediği söylenebilir. Bu enerji çeşidinin bağımlılık yaratmadığı gibi alınıp götürülemeyeceği için bir savaşı da tetiklemeyeceği kabul görür.

Çernobil’deki radyasyon artışının ardındaki sorular

Ukrayna’nın işgalinde beni yukarıdaki bağlam üzerine düşünmeye sevk eden şey Rusya ile çekişme çerçevesinde kuşatmanın Çernobil’den başlaması oldu. İki ayrılıkçı bölge (Donetsk ve Luhansk) üzerinden yapılan açıklamalar, düşmanlık mesajları, Rusya Devlet Başkanı Putin’in SSCB’nin mirasına sahip çıkma kararı nasıl bir perdelemeydi de dünya kamuoyu olarak, Çernobil’de bir nedenle 20-30 kat yükselen radyasyon dozlarını konuşmaya başlamıştık? Fakat daha da ilginci bu artışın askeri araçların tesis sahasına girmesiyle topraktaki radyoaktif tozların havalanmasıyla gerçekleştiği yönündeki açıklamalar oldu. Böyle komik bir gerekçe, Rusya’ya ait güçlerin Çernobil’de radyoaktif kirliliğe yol açmayacağına dair dünya kamuoyunu teskin etmek için mi yapılmıştı yoksa, bir başka operasyona dair soru işaretlerinin doğmasını gizlemek için mi ortaya atılmıştı? Zira uzmanlara göre de Rusya’ya ait güçler bölgede ateş açmamış ve patlama meydana gelmemişken yalnızca topraktaki radyasyon tozlarının havalanmasıyla radyasyon dozunun 20-30 kat yükselmesi pek mümkün değildi. Peki sahadaki radyasyonun yayılımının izlenmesi için kullanılan ölçüm monitörleri neden devreden çıkarılmıştı? Ya Rusya’ya ait güçlerin Çernobil tesisinde Ukraynalı askerlerle mücadele etmesi, onları esir alması ve Çernobil tesisinin yönetiminin el değiştirmesi nedendi? Üstelik Çernobil’de üzerinde lahit olan 4’üncü reaktörün içindeki havuzlarda soğutma prosesine devam edilen 21 bin adet yakıt çubuğuna ek olarak tesis sahasında inşa edilerek yeni kullanıma açılan nükleer atık deposunda 4 bin metreküp yüksek seviyeli nükleer atık varken.

Ayrıca bu tesislerdeki teknik görevlilerin zapturapt altına alınması Rusya güçleri için de risk demek değil miydi? Rusya’ya ait güçlerin yanında nükleer uzmanlar ve bilim insanları mı vardı? Kimi siyaset bilimciler ve bilirkişiler Çernobil’in Kiev’e gitmek için en kısa yol olduğundan, yani yol üstünde olduğu için kuşatıldığından bahsediyor ancak, tesisin ele geçirilmesi bizim daha derin düşünmemizi gerekli kılıyor ki bu yazının derdi de nükleer enerjiye dair büyük resmi gösteren bir perspektif sunmak. Zira “el koymak” insanlık tarihine kök salmış olan kapitalizmin doğasından gelir ve çirkin sureti bütün eşitsizliklerin arkasında görülebilir. Dolayısıyla bugün yaşananlar da bu el koyma alışkanlığının nükleer enerji boyutunda yaşandığını bize söylüyor olabilir. Gelin şimdi büyük resmi görmemiz için eksik parçaları tamamlayalım.

‘Kıymetli’ atıkları kaybetmenin maliyeti büyük

Nükleer enerji üretimini önceki ve sonraki prosesleriyle birlikte düşünmek gerekir. Yani nükleer enerji üretimi asla sadece bir tesis içindeki operasyondan ibaret değildir. Bu operasyonun gerçekleşmesi için nükleer yakıta ihtiyaç vardır. Ham uranyumun işlenmesiyle elde edilen yakıt,  kullanım sonrasında nükleer atık haline gelir ve bu kez 20-30 yıl soğutulmasının ardından ya Ukrayna’daki gibi kuru depolanması yapılır ya da dünya genelinde (Fransa, İngiltere, Rusya, ABD, Hindistan, Japonya) sınırlı sayıdaki tesislerden birinde yeniden işlenir. En son ise dünyada henüz tam anlamıyla faaliyete geçmiş örneği bulunmamakla beraber nihai olarak depolanması söz konusudur. [2] Nükleer atığın işlenerek yeniden yakıt haline getirilmesinde ise Rusya’nın başı çektiği söylenebilir. Esasen dünya genelinde pek çok ülke ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde Rusya nükleer atıklardan yakıt üretme prosesinin de lideridir. Bu da Rusya tarafından üretilen reaktörlerde uranyum yakıtına göre bir kaza veya sızıntı halinde çok daha büyük ekolojik felakete neden olan bir yakıtın kullanıldığına işaret olarak düşünülebilir. [3]

Rusya nükleer atık geri dönüşümü anlaşmalarından birini de Ukrayna ile yapmıştır. Buna göre Ukrayna her yıl ülke sınırları içindeki 15 reaktörün atıklarını 200 milyon dolar maliyete katlanarak Rusya’ya göndermektedir. Ne var ki 2005 yılında Ukrayna’da dönemin Enerji Bakanı Yuriy Nedashkovsky, 250 milyon dolar karşılığında Çernobil tesis sahasında 100 yıllık bir koruma vadeden bir depolama tesisi kurulması için ABD menşeili Holtec firması ile anlaşır ve Rusya ile bu alışveriş sona erer. ABD menşeili Development Finance Corporation (DFC) şirketinin sağladığı finans kredisi desteğiyle Holtec tarafından inşa edilen (en fazla 100 yıl koruma taahhüt eden) kuru-depolama tesisi 16 yılın sonunda deneme testleri yapılmış olarak 6 Kasım 2021 tarihinde faaliyete açılır. Şimdilik 4 bin metreküp atık bulunsa da bu depo artık Ukrayna’nın ihtiyacı olan enerjinin yüzde 51’ini üreten 15 nükleer reaktörün atıklarının muhafaza edileceği yerdir. Böylece Ukrayna bir seferde 250 milyon dolarlık maliyete katlanarak nükleer atığın Rusya tarafından alınması için her yıl 200 milyon doları Rusya’ya ödemekten kurtulmuştur. Yani ABD tarafından bu deponun inşa edilmesiyle Rusya hem nükleer yakıt üretimi için nükleer atık tedarikini hem de her yıl için 200 milyon dolarlık bir gelir kapısını kaybetmiş durumdadır. Üstelik 1991 yılından itibaren faaliyet gösteren Rusya menşeili nükleer yakıt şirketi TVEL en son nükleer atıklardan yakıt üretmek üzere yüz milyonlarca dolarlık yatırım yapıp yeni bir tesisi Moskova’da operasyona başlatmışken.

Çernobil’de atıkların saklanması için inşa edilen dev koruyucu kubbe.

Öte yandan Rusya’nın son 10 yıldır yurt dışı yatırımlarıyla dünya genelinde atağa kalktığı dikkate alınırsa yakıt ihtiyacının arttığı göz önüne alınmalıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun Rusya yapımı reaktörlere yakıt tedarik etmek üzere kurulmuş bir kamu işletmesi olan TVEL ülkedeki 76 reaktörün ve Türkiye’de Akkuyu NGS gibi inşaat halindeki reaktörler hariç, bugün operasyon halindeki 13 reaktöre ek olarak 30 araştırma reaktörü ile yüzen ve buzkıran reaktörlerine yakıt üretmek için yıllık olarak 5500 ton uranyuma ve nükleer atığa ihtiyaç duymaktadır. Zira bugün Ural Dağları‘nda, Kalmika’da ve Hazar Denizi’nde açtığı madenlerle dünya genelinde uranyum rezervinin yüzde 9’una sahip olan Rusya için bu miktar, değil genişleyen nükleer portföyüne, kendi nükleer santrallerin ihtiyacını karşılamaya bile yetmiyor. Esasen ihtiyaç duyduğu yakıtın ancak yarısını karşılayabilen Rusya’nın önümüzdeki dönemde altı yeni uranyum madeni daha açmaya hazırlanması da bu ihtiyaçtan bağımsız değil.

Rusya’nın nükleer yakıt üretimi yapmak için darboğaz içinde olmasının bir diğer nedeni de 2014 yılından itibaren Avustralya’nın Gürcistan ve Ukrayna’nın işgal girişimleriyle gerekçelendirerek bu ülkeye yönelik uranyum ihracatını askıya almış bulunması. Bu konuda Avustralya Başbakanının parlamentoya verdiği demeçte, “Avustralya’nın şu anda Rusya gibi uluslararası hukuku açıkça ihlal eden bir ülkeye uranyum satmaya niyeti yok” sözleri de bir süredir Rusya’nın nükleer santralleri için gereksinim duyduğu nükleer yakıt tedarikinde örtük bir ambargoya mı maruz kaldığı yönündeki tespitimizi doğruluyor.

Görünüşe göre Ukrayna’ya savaş ilanıyla “işgalci güç” ilan edilen Rusya, bugünkü aşamada tüm diğer pazarlardan olabileceği gibi nükleer endüstri pazarından da dışlanacak. Bunun ilk emarelerini Finlandiya’da Hanhikivi 1 projesinin gözden geçirileceğine dair açıklamalar ortaya koyuyor; Macaristan’da Rosatom‘un yapması planlanan iki reaktörün inşasından  vazgeçilebileceğine ilişkin duyumlar da iddiamızı destekliyor. Benzer şekilde devlet işletmesi TVEL ile 2016 yılında imzalanan anlaşma çerçevesinde Rusya’ya nükleer yakıt ikmalinde bulunan İsveç devletine ait enerji şirketi Vattenfall da bir sonraki açıklamaya kadar Rusya’ya nükleer yakıt sağlamayacağını duyurmuş bulunuyor. Avustralya’da uranyum satışlarının yeniden başlamasına dair bir ihtimal gözükmediği gibi diğer tedarikçilerin de Rusya’yı kara listeye alması söz konusu. Yukarıda belirttiğimiz gibi yerli madenler şu anda Rusya’nın yıllık uranyum ihtiyacının yaklaşık yarısını sağlayabilirken Rusya’nın uranyum ithalatının engellenmesi elinin kolunun daha da bağlanması anlamına geliyor. Rusya ile sivil nükleer ticarete dahil olan şirket ve kamu işletmelerinden de benzer duyuruların yapılacağı düşünülüyor.

Akkuyu NGS.

Türkiye, nükleer atıklar için Rusya’ya büyük meblağlar ödeyecek

Nükleer yakıt tedarikini baltalayan süreçlerin daha ağırının bu kez Rusya’nın yurt dışı yatırımlarına karşı uygulanmak üzere olduğu açık. Yani Rusya’nın liderliğindeki tüm yeni reaktör projeleri “haydut devletin cezalandırılması” için iptal edilebilir. Zira gördüğünüz gibi nükleer endüstrinin başını çeken Rusya’nın örtük bir şekilde maruz kaldığı nükleer yakıt ambargosunun üstüne şimdi de nükleer endüstri pastasından aldığı pay küçültülmekte, hatta kendi dilimi artık başka tabaklarda. Nitekim nükleerin iklim krizine çözüm olarak enerji taksonomisine katılmasıyla kömürden vazgeçmek zorunda kalan Polonya’da, ABD tarafından bir nükleer santral kurulmasında anlaşılmış olması da ABD ve Rusya arasında nükleer endüstri pastasında bir çekişme ihtimalini güçlendiriyor.

Bu çerçevede Rusya’nın İran, Mısır ve Türkiye’deki nükleer santral yatırımları ne olacak?

Yazının bağlamı ve yukarıdaki açıklamaların ışığında ülkemizde siyasi iktidarın hegemonyasını destekleyen ticari bağlantılarını güçlendirdiği, bizim büyük “iş anlaşması” olarak gördüğümüz Akkuyu NGS diğer ülkelerde iptal edilen projelere göre açık ara bağımlılık, hatta teslimiyet içeren özellikte oluşuyla “Ak” bir kuyudan farksızdır. “Ak”lığı siyasi iktidarın projesi olmasından değil halen ülkemizde bu projenin gelişme ve kalkınma için kurulduğuna inanılmasından ileri gelmektedir. Bu projede “kuyu” olarak görünen en başta Akkuyu NGS’nin Rusya’ya toprak ve bir liman teslim edilerek gerçekleştirilmesi ve Rosatom şirketinin yönetim hisselerinin hiçbir zaman yüzde 51’den az olmayacağının garanti edilmesiyle, idarenin Rusya’ya verilmiş olmasıdır. Kaldı ki bugün bu projeye ait hisselerin yüzde yüzü Rusya’ya ait durumdadır. 20 milyar dolara inşa edilen Akkuyu NGS’nin Rusya devletine ait Rosatom’un bir şirket olarak 15 yıl boyunca toplam 35 milyar dolarlık garanti ödemesiyle yatırımın geri dönüşünü en az yüzde 42 karla sağlayacak olması işin sadece maddi boyutu olmakla beraber Akkuyu NGS, bu ülkenin çalınan geleceğinden, bu projenin alternatif maliyeti ile başat ihtiyaçlarının karşılanmasından feragat edildiği gerçeğinden ayrı düşünülemez.

Akkuyu NGS’yi bu yazı özelinde Ukrayna’da yaşananlardan öğrendiklerimizle ele alırsak bu kuyunun derinliği yukarıdaki açıklamayla sınırlı değil, zira bu proje için katlanılan maliyetlerin aslında sonu yok. Çünkü Akkuyu NGS’nin ÇED sürecinde bir evin tuvaletsiz inşa edilmesi metaforuyla açıklanan şekilde asla operasyon proseslerinden ayrı düşünülmemesi gereken nükleer atık maliyetine dair verilmesi gereken bilgi kendilerine sorulmasına rağmen ne şirket ne de hükümet yetkilileri tarafından resmi olarak paylaşıldı. Fakat görüyoruz ki nükleer atık depolama maliyeti 250 milyon dolar ve yıllardır biz nükleer karşıtlarının telaffuz ettiği rakamları doğruluyor. Ne dersiniz ömrü 80 yıl varsayılan nükleer santralin atıklarını her yıl Rusya’ya göndermek için en az 200 milyon dolar mı öderiz? Yoksa bir seferde 250 milyon dolarlık maliyeti üstlenip daha ağır yükten artık kurtulalım diyerek atıkları Rusya’ya göndermez ABD’ye ya da bir başka ülkeye kuru-depolama tesisi yaptırır da bedelini “yerli ve milli” bir teslimiyetle mi öderiz? Ancak bu bir seçenek bile olmayabilir. Çünkü Akkuyu NGS yukarıda açıkladığımız gibi Rusya’nın malı, Rusya ne isterse öyle olur! Bununla beraber, nükleer atıkların yakıt yapılmak üzere her yıl 200 milyon dolar maliyete ve bu atıkların denizlerimizden ve boğazlardan geçiş riskine katlanıp Rusya’da işlenmesinden sonra nihai atık kısmının Türkiye’de depolanmak zorunda olduğu ve Türkiye’ye geri gönderileceği de bir gerçek. Zira Rusya kanunlarına göre nihai atıklar hangi ülkeden getirildiyse o ülkeye geri gönderilmek zorunda. Yani Türkiye nükleer atıklarını hem her yıl 200 milyon dolar ödeyerek Rusya’ya gönderecek hem de nihai atıklarını depolamak için 250 milyon dolarlık bir tesis inşa edecek!

Rosatom’un Orta Doğu projelerine gelirsek, resmi biraz daha netleştirmek gerekirse haritada görüldüğü gibi nükleer endüstri pazarı dünya genelinde ABD ve Rusya’nın başını çektiği toplam 4-5 ülke için bir paylaşım alanıdır ve kurulan nükleer santraller de konuşlandırıldıkları coğrafyaları kontrol aracıdır. Şunun altını çizmek isteriz ki, Akkuyu NGS, Rusya’nın İran ve Mısır’daki nükleer santral projeleriyle birlikte diğer emperyal devletlerle rekabetinde elini güçlendirerek Doğu Akdeniz‘i kontrol altına almasını sağlayacaktır. Özellikle Akdeniz’in karşı kıyısında Mısır’daki Rosatom girişiminin, geçen yıl Doğu Akdeniz’de yaşanan enerji çekişmesi çerçevesinde Doğu Akdeniz’de hakimiyet kurmaya hizmet edeceği görülür.

Yazının sonuna gelirken dilerseniz ülkemizde hala nükleer santral sahibi olmayı güç sayan yurttaşlarımızın 15 reaktörü ve 4 bin ton nükleer atığıyla Ukrayna’nın “nükleer güç” olup olmadığı sorusunu yanıtlamasını isteyelim. Ardından gelin şunu da itiraf edelim; emperyal devletlerin sahip olduğu teknoloji pazarında piyon olmak ve dışa bağımlı bir teknoloji kullanmak yerine iştahlı şirketlerini doyurmak zorunda olan devletlerin el koyma güdülerini beslemeyen doğaya uyumlu ve ekolojik hakları tahrip etmeyen, kaynağını direkt doğadan alan, karmaşık prosesleri olmadığı için teknolojik bağımlılık yaratmayan enerji çeşidinin tercih edilmesi size de tek çözüm gibi görünmüyor mu? Ukrayna’nın acı deneyimi diğer devletlerin ders çıkararak nükleer enerjiden vazgeçmesini sağlamalıdır. Hazır iklim krizinde sürdürülebilirlik bağlamında iklim dostu taksonomisine nükleer enerjinin girip girmeyeceği tartışmasının eşiğindeyken nükleerden iklim krizine çözüm olmadığı [4] gerçeğinin yanı sıra bir de “Dünya barışı” için vazgeçilmesi sağlanmalıdır. Ukrayna’daki işgal ve ilhak girişimi dünya genelinde nükleer karşıtlarının Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (IAEA) Rosatom projelerinden vazgeçilmesi yönünde baskı yapacağı bir kampanyanın başlatılmasının fitilini ateşlemelidir. Kaldı ki bugün Rusya’nın yaptığını yarın başka devletler de yapabilir.

Türkiye’ye dönersek, itiraf edin, en çok da Akkuyu NGS inşaatı iyi ki henüz bitmemiş diye içinizden geçirdiniz değil mi? Fakat bugün bitmediyse de inşaat tamamlanmaya yakın. Şimdi arkanıza yaslanın ve derin bir nefes alın. Zira Akkuyu NGS’nin durdurulması bugün her zamankinden daha mümkün. Dünya devletleri birbiri ardına Rusya ile imzaladıkları projeleri iptal ederken ve Türkiye’de nedense her zaman hep bir çekince olarak sunulan “proje iptal bedeli” Avrupa’daki iptallerde telaffuz dahi edilmezken bu rüzgarın akımından faydalanarak rahatlıkla Akkuyu için iptal girişiminde bulunulabilir. Kaldı ki Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş ve işgal ötesinde ilhak girişimi bile mücbir sebep sayılabilir. Ne var ki ülkemizde siyasi beka için kazanılmak zorunda olan bir genel seçim varken hiç şüphesiz bunu yerli ve milli şirketlerimize rant vaat eden, iş ve istihdam masalına yaslanarak Akkuyu NGS’yi her zaman seçim propagandası olarak kullanan siyasi iktidar yapmayacaktır. Fakat unutmayalım, Akkuyu NGS’nin durdurulması yönündeki talebi yükseltmek bu seçimlerden sonra imkansız hale gelecek. O nedenle bir kez daha yinelemekte yarar var: Ukrayna’nın acı deneyiminden yola çıkarak yani, başımıza gelecekleri şimdiden öngörerek Akkuyu NGS’nin durdurulmasını sağlamak yalnızca bizim elimizde ve şuna inanın bugün bu talebimizi iş insanlarından işveren derneklerine uzanan yelpazede iktidarın bütün kanallarına iletmek ve onları ikna etmek için elimiz hiç olmadığı kadar güçlü!

(Bu yazı Sivil Sayfalar ile Yeşil Gazete’de yayımlanmıştır.)

*

[1] Harvey, D., 2012, Sermayenin Sınırları, çev. Utku Balaban, Ankara, Tan Kitabevi Yayınları, 528-530
[2] Finlandiya’da 2004’te inşasına başlanmış olan Onkalo Atık Deposu’nun 2020’de operasyona başlatılması öngörülmekteydi. Yerin altında inşa edilen bu tesis de en fazla 100 yıllık koruma taahhüt etmektedir.
[3] Nükleer atıktan işlenerek elde edilen yakıtın bir kaza veya sızıntı halinde yol açtığı ekolojik tahribat çok daha büyüktür. Kullanılmış MOX yakıtları kullanılmış normal uranyum yakıtına göre beş kat daha fazla plütonyum barındırır. Pu-242’nin 380,000 yıllık, ve Neptunium-237’nin 2.14 milyon yıllık yarılanma ömürleriyle MOX atıklarının saklanması gelecek için çok daha ciddi riskler taşıyor. Daha fazlası için tıklayın
[4] Bu konuda Yeşil Gazete‘deki yazıların yanı sıra şu video da izlenebilir